"tek madonna kırk kürk, çok manto tek yalnızlık"

kensington'da turlamak, kraliyetten hallice. gündüz vakti bomboş evler. gece de farksız, tek bir odanın ışığı yanıyor, gerisi garaj, bodrum, teras, hobi odası, ütü odası, giyinme odası, kendini kesme odası. piyano, kitaplık, biblo, sanat, sepet, takma diş, yapay saç, sahte gülüş. pazar kiliseye gittim bomboştu, cumartesi sinagog, cuma camii, perşembe pub, çarşamba lokal, salı espresso, pazartesi çay, her yere baktım, kimse yok, tiyatroda yalnızız, sinemada yalnız, koskoca kensingtın'ız, herkes nerede. sabah oluyor ve konvoy halinde kayboluyorlar, akşam oluyor ve koleksiyonlarının tozunu almak için odalarına kapanıyorlar. helva kavurup kapı kapı dolaşmayı düşünüyorum, böylece "sokaklarına taşınan yeni deli" olmayı. salı sabahları 6'da karşı villaya bir temizlikçi geliyor, meksika şarkıları söylüyor, ürkek. ev sahibi kim, nerede bu adam, sabah 6'da burada olmak için şehrin dışındaki evinden meksikalı kadın kaçta yola koyuluyor. benle konuşamaz, yasak. helvayı alamaz, kamera var. lüks hayat denince aklına sadece sefalet gelenler, biri benim. sokakta kalmamak için bu evlerin çeyreği büyüklüğünde kulübelerde oniki kişi birlikte kalanlar var, bir tanesi arkadaşım. beş metrekarelik penceresiz odada yaşayıp, aynı tuvaleti, aynı bozuk sifonu, aynı kirli mutfağı futbol takımı sayısınca insanla paylaşıyor. saati altıbuçuk pound'a çalışıp yemek kuponu biriktiriyor. oturum alabilmek için iki yıl daha sabretmeli, küf kokusu, mini buzdolabı, yedek battaniye, it's a fee, that's a tax, all includies. işçi ile bayram kelimelerini yan yana düşünemiyorum.